Gemi adamlarının iş ilişkileri, hem çalışma koşullarının kendine özgü nitelikleri hem de deniz ticaretinin uluslararası boyutu nedeniyle, kara işçilerine kıyasla daha özel hükümlerle düzenlenmiştir. Bu kapsamda 854 sayılı Deniz İş Kanunu’nun yanı sıra, Türk Borçlar Kanunu, Anayasa ve taraf olunan uluslararası sözleşmeler birlikte değerlendirildiğinde, gemi adamlarının savaş, çatışma veya yüksek risk taşıyan bölgelere sevkiyle ilgili olarak işverenin tek taraflı tasarruf yetkisinin sınırlandığı görülmektedir.

Gemi adamının güvenliğini doğrudan tehdit eden bölgelerde görevlendirme yapılması halinde, bu görevin iş sözleşmesinin kapsamına girip girmediği, sözleşmede açık hüküm bulunup bulunmadığı ve özellikle bu görevlendirme için işçinin açık, özgür iradeye dayalı rızasının alınıp alınmadığı hususları önem kazanmaktadır. Türk Borçlar Kanunu’nun 417. maddesi çerçevesinde işverenin işçiyi koruma ve gözetme borcu, salt işyeri sınırlarıyla sınırlı olmayıp, işin ifa edildiği tüm alanlara yayılmaktadır. Bu koruma yükümlülüğü, yaşam hakkı ve fiziksel bütünlüğün korunması ilkeleriyle doğrudan ilişkilidir.

Savaş bölgesi olarak nitelendirilebilecek coğrafi alanlara gönderilen gemi adamları bakımından, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı ve kişilik hakları gündeme gelmektedir. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında, yaşam hakkının korunmasında yalnızca kamusal otoritelerin değil, özel hukuk kişileri olan işverenlerin de sorumluluğu bulunmaktadır. Dolayısıyla, işverenin savaş veya çatışma riski barındıran bölgelere personel gönderme kararı alırken, yalnızca ticari gereklilikleri değil, işçinin temel hak ve özgürlüklerini de gözetmesi zorunludur.

Uluslararası normlar açısından bakıldığında, Türkiye’nin taraf olduğu 2006 tarihli Denizcilik Çalışma Sözleşmesi (MLC 2006), gemi adamlarının güvenli, sağlıklı ve insan onuruna yaraşır koşullarda çalışmasını teminat altına almaktadır. MLC çerçevesinde, gemi adamının herhangi bir şekilde ciddi tehlike altında çalışmasının söz konusu olması halinde, bilgilendirilmiş rızasının alınması gerekmektedir. Bu çerçevede, rızanın şekli, kapsamı ve geçerlilik şartları da ayrıca değerlendirilmelidir. İşveren tarafından tek taraflı olarak verilen görev emri, rıza beyanı içermediği sürece, savaş bölgesi gibi olağanüstü risk barındıran yerlerde geçerlilik kazanamaz.

İş hukukunun genel ilkelerinden biri olan “işçinin korunması” ilkesi doğrultusunda, yüksek tehlike ihtiva eden bölgelerde çalıştırılan gemi adamlarının açık rızası olmaksızın görevlendirilmesi, hem iş sözleşmesinin esaslı değişikliği kapsamında değerlendirilmekte hem de işverenin sadakat ve koruma borcunun ihlali niteliği taşımaktadır. İşçinin bu gibi durumlarda hizmet akdini haklı nedenle feshetme hakkı bulunduğu gibi, görevlendirme neticesinde uğradığı maddi ve manevi zararlar için de tazminat talep etme imkânı doğabilir.

Yargı kararlarında da, özellikle yüksek risk barındıran bölgelerde çalıştırılan işçilerin bilgilendirilmesi, bu duruma rıza göstermesi ve işverenin gerekli tüm güvenlik önlemlerini almış olması gerektiği vurgulanmaktadır. Aksi takdirde, ortaya çıkabilecek zararlar bakımından işverenin hem hukuki hem cezai sorumluluğunun doğabileceği kabul edilmektedir. Özellikle Yargıtay kararlarında, riskli bölgelere gönderilen işçilerin önceden bilgilendirilmemesi ve yazılı onaylarının alınmaması, işveren aleyhine yorumlanmakta ve işçi lehine tazminat kararlarına konu olabilmektedir.

İlgili mevzuat, uluslararası sözleşmeler ve içtihatlar birlikte değerlendirildiğinde, savaş riski barındıran bölgelerde görev alacak gemi adamlarının rızasının, yalnızca biçimsel değil aynı zamanda içerik bakımından da geçerli ve hukuken yeterli olması gerektiği anlaşılmaktadır. Gemi adamının görevini hangi koşullarda, ne tür riskler altında ifa edeceğine dair yeterli bilgi verilmeden alınan rızalar, geçerlilik taşımayacaktır. Ayrıca bu rıza, sözleşmenin kurulduğu an ile sınırlı olmayıp, her yeni görev veya rota değişikliği için de güncellenmelidir.

Bu doğrultuda, deniz iş hukukunda işverenin, gemi adamlarını savaş veya çatışma riski taşıyan coğrafi bölgelere gönderebilmesi için ilgili tüm hukuki yükümlülükleri titizlikle yerine getirmesi, bilgilendirme, onay alma ve güvenlik sağlama yükümlülüklerini eksiksiz uygulaması ve özellikle işçinin açık rızasına dayalı bir irade beyanını sağlaması gerekmektedir. Aksi yöndeki uygulamalar, sadece iş akdinin ihlaliyle sınırlı kalmayıp, daha ağır hukuki ve cezai yaptırımlarla karşı karşıya kalınmasına neden olabilmektedir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir